
''... Hayatımda bana en çok iyiliği dokunan şeyler, gezilerle düşler olmuştur...''
sayfa 9
''... güzellikler kalpsizdir ve insanın acılarıyla ilgilenmez...''
sayfa 12
''...İnsanın, sevdiği insanlardan geç ayrılması zehirdir! İnsanın, bıçakla keser gibi, kendisi için doğal bir iklim olan ıssızlıkta yine yapayalnız kalması daha iyi...''
sayfa 17
''... Neden? Neden?... İnsan nedensiz birşey yapamaz mı? Şöyle keyfi için!...''
sayfa 23
''... Bir gün, küçük bir köyden geçiyordum. Çok ihtiyar, doksanlık bir adam badem ağacı dikiyordu. 'Eee, dede,' dedim, 'badem ağacı mı dikiyorsun?' O, eğilmiş olduğu halde bana baktı ve 'Ben, oğlum,' dedi, 'ölümsüzmüşüm gibi hareket ederim.' Karşılık verdim: 'Bense, her an ölecekmişim gibi davranırım!' İkimizden hangimiz haklıydık...''
sayfa 52
''...İnsan canavardır! Büyük canavar!... Canavar, diyorum sana! Ona kötülük mü ettin? Senden çekinir ve titrer. İyilik mi yaptın? Gözlerini oyar... Aradaki uzaklığı koru patron! İnsanlara umut verme. Hepimizin eşit olduğumuzu, hepimizin eşit haklara sahip olduğumuzu söyleme; çünkü hemen senin hakkını çiğner, elinden ekmeğini kapar, açlıktan gebermeye bırakırlar seni...''
sayfa 74
''..Zorba'dan başka hiçbir şey ve hiç kimseye inanmam. Zorba, ötekilerden iyi olduğu için değil; asla! O da canavardır. Zorba'ya inanırım ama. Çünkü yalnız ona sözüm geçer. Yalnız onu bilirim. Bütün ötekiler hayaldir. Ben, onun gözüyle görüyor, kulaklarıyla işitiyor, bağırsaklarıyla sindirim yapıyorum. Bütün ötekiler hayaldir diyorum sana! Ben ölünce hepsi ölür. Bütün Zorba dünyası güme gider...''
sayfa 75
''...Eski olan şey ele avuca sığar, sağlamdır, her an onunla yaşar ve onunla savaşabiliriz. Gelecekteki şey daha doğmamıştır, tutulmaz haldedir, kaypaktır, düşlerin yaratıldığı malzemeden yapılmıştır, güçlü rüzgarların çarptığı bir buluttur, seyrekleşir, sıklaşır, biçim değiştirir...''
sayfa 82
''...Bir mutluluğu yaşarken onu kavramamız zordur; ancak o geçip de arkamıza baktığımız zaman, birdenbire biraz da hayranlıkla, ne kadar mutlu olduğumuzu anlarız...''
sayfa 86
''...Gerçek hoca, öğrencisinden öğrenebileceği her şeyi öğrenmeli, gençliğin ne yöne gittiğini anlamalı, o da ruhunu oraya doğru yöneltmelidir...''
sayfa 113
''...Tanrı bir sabah, cinleri başına toplanmış halde uyandı. 'Ben ne biçim Tanrıyım ki,' dedi, 'vaktimi geçirmek için, bana yakacak ve küfredecek insanlarım yok? Baykuş gibi yalnız yaşamaktan bıktım artık! Tuuh!' Avuçlarına tükürdü, çamur yaptı, iyice yoğurdu; küçük bir insan yapıp güneşe bıraktı. Yedi gün sonra aldı, pişmişti. Tanrı ona bakıp güldü: ' Hay şeytan alsın beni!' dedi. 'Bu düpedüz domuz be! Başka şey istiyordum, başka şey oldu. Hapı yuttum, ama oldu bir kere...' Sonra, ensesinden yakalayıp bir tekme attı: 'Haydi bas!' dedi. ' Git, başka domuz yavruları da yap. Dünya senindir; yürü! Biir iki maarş!...' Fakat o, domuz değildi iki gözüm. Başında fötr şapka, omuzlarına rastgele atılmış bir ceket, ütülü bir pantolon ve kırmızı tüylü çarıkları vardı. Belinde de, -ona şeytan vermiş olmalı- üstünde, 'Seni yiyeceğim!' yazılı, bilenmiş bir Laz bıçağı taşıyordu... Bu insandı; Tanrı, öpsün diye elini uzattı ona, ama insan, bıyığını burarak dedi ki: 'Yol ver be moruk, geçeyim!...''
sayfa 182
''...Turnaların sesiyle içimde, bu hayatın her insan için bir tanecik olduğu, başkasının var olmadığı, neyin tadını çıkarabileceksen burada çıkaracağın, bunun çabucak gelip geçtiği ve ölümsüzlük içinde insana bir fırsatın daha verilmeyeceği yolundaki korkunç önsezi yeniden yankılandı.
Bu amansız, amansız olduğu kadar da şefkat dolu uyarıyı duyan insan yüreği, zayıflıkları anlamsızlıkları yenmek, tembelliğin ve yararsız büyük umutların üstesinden gelmek ve sonsuza kaçan her saniyeyi yakalamak kararı alır.
İnsanın kafasında büyük örnekler canlanır; hiç olduğunu, hayatının küçük sevinçler, büyük değersiz konuşmalar içinde geçtiğini açıkça görür. 'Ayıp! Ayıp!' diye bağırır, dudaklarını kanatır...''
sayfa 198
''...İnsan ne zaman insan olacak be? Pantolonlar, kolalı yakalar, şapkalar giyiyoruz, ama hala katırız, kurduz, tilkiyiz, domuzuz. Bizde Tanrı'nın sureti varmış! Kimde? Bizde mi? Tuh suratımıza!...''
sayfa 255
''... Tanrı'yı yedi kat gökler ve yedi kat yer almaz; ama insanın kalbi alır. Onun için,... dikkat et, hiçbir zaman insan yüreğini yaralama...''
sayfa 313
''...Ruhuma giremeyeceksin, sana kapıyı açmıyorum, ocağımı söndüremeyeceksin, beni yıkamayacaksın...''
sayfa 327
''...Ona bakıyor ve hayatın gerçekten ne şaşırtıcı bir sır olduğunu, insanların, fırtına tarafından kovalanan sonbahar yaprakları gibi nasıl birleşip ayrıldıklarını ve insanın bakışlarıyla sevdiği kimsenin yüzünü, vücudunu ve el hareketlerini boşuna yakalamaya çalıştığını, bir kaç yıl sonra da, gözlerinin mavi mi, yoksa siyah mı olduklarını hatırlamayacağını düşünüyordum...''
sayfa 335
Nikos Kazancakis-Zorba
can yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder