
''...İki kişinin birbirine gitgide daha fazla kapılışını seyretmekte moral bozan bir şeyler vardı, özellikle odadaki tek fazla insansan.
Paris'i, kentten hızla uzaklaşan bir trenin yük vagonundan seyretmeye benziyordu bu; hani kent her saniye biraz daha küçülür ama insan gerçekte kendisinin küçüldükçe küçüldüğünü, yalnızlaştıkça yalnızlaştığını, bütün o ışıklardan ve o coşkudan saatte bir milyon kilometre hızla uzaklaştığını hisseder ya, onun gibi birşey işte...''
sayfa 20 - 21
''...Yaşamımın ... yeşil incir ağacı gibi önümde dallanıp budaklandığını görüyordum.
Her dalın ucunda tombul, mor bir incir gibi eşsiz bir gelecek beni çağırıyor, bana göz kırpıyordu. İncirlerden biri, eş, mutlu bir yuva ve çocuklardı; bir başkası ünlü bir şair, öteki parlak bir profesör, biri şaşırtıcı editör Ee Gee, öbürü Avrupa, Afrika ve Güney Amerika, biri Constantin, Socrates, Attila ve garip adları, değişik meslekleri olan bir yığın aşık, bir başkasıysa Olimpiyat şampiyonu bir kadındı, ve bu incirlerin üzerinde ve ötesinde, ne olduklarını pek çıkaramadığım bir sürü incir daha vardı.
Kendimi dalların çatallandığı noktada otururken görüyordum, incirlerden hangisini seçeceğime bir türlü karar veremediğim için açlıktan ölüyordum. İncirlerin hepsini ayrı ayrı istiyordum ama birini seçmek ötekilerin hepsini kaybetmek demekti ve ben orada karar veremeden otururken incirler buruşup kararıyor, birer birer toprağa, ayaklarımın dibine düşüyorlardı...''
sayfa 81
''...Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır...''
sayfa 244
Sylvia Plath - Sırça Fanus
kırmızı kedi yayınevi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder